28 Aralık 2011 Çarşamba

İnsanoğlu acıdan unuturak kurtulabilir mi?

        Geçmişe dönüp baktığımda ne çok acı, pişmanlık, hata var insanın yaşamında. İşte bunlardan kurtulmanın tek çaresi unutmak. Hiç yaşanmamış gibi farz edip sil baştan başlayabilmek her şeye.  İnsan kendini aldatmasa, acısını içinde sonuna kadar yaşasa, ölümün ve acının kol gezdiği bu dünyaya başka türlü nasıl dayanabilir? Severken ayrılığı düşünmediğimiz gibi, yaşarken ölümü de düşünmüyoruz. Oysa azar azar çürüyor vücutlarımız, yaş alıyor hayattan. Aynaya baktığımız da hep aynı kişiyi görmek istiyoruz. İnandığımız insanlar, hayatın bir yerinde bizi hayal kırıklığına uğratabiliyor. Oysa kalbimizi yanlış insanlara açtığımızın itirafını yapabilme cesareti yok birçoğumuz da. Hepimizde onaylanma ihtiyacı var. Çünkü kendimize güvenmiyoruz yeteri kadar. Birinin varlığı sayesinde varoluşumuzun anlamına inanıyoruz. Başarılı olmak istiyoruz, övülme değer bir hayatımızın olmasını…
          Oysa gerçek özgürlüğü keşfedebilsek, kanat takıp uçabilsek, gökyüzü denen âlemi seyredebilirsek, ömür dediğimiz bu rüyayı bir bütün olarak görüp, her canlının yalnız aşk üzerine yaratılacağını hissedeceğiz. Sessizliğin huzurunu fark ettiğimizde orada kelimeler anlamsızlaşacak. Sadece teslimiyetin o iç huzurunu yaşıycaz. Hayatın anlamını aşkın güzelliğiyle açıklayabildiğimizde o zaman gerçek insanlar olduğumuzu kabul edicez belki de.

YAZAR: SEMA YILDIRIM

21 Aralık 2011 Çarşamba

HAYAT SEVMEKLE BAŞLAR

         Kimi kadın için evlilik bir sığınaktır. Aşık olmadan, içinde karşı cinse özel duygular hissetmeden, sadece güvenebileceğimiz birine ihtiyaç duymak, yalnızlığımıza son vermek adına yaptığımız bir tercih olur evlilik. Bir kadının karşısındaki erkekten kendisini mutlu etmesini istemesi, kanayan bir yarayı dindirecek gibi gelir düşününce. Ama insanoğlu en çok kendini kandırır, insanın tek dostu da düşmanı da kendisidir nasıl olsa.
         Dün gece elimden bırakamadığım bir kitap okudum. Keşke bitmeseydi derseniz ya işte öyle bir hikâye. Bosna’lı Leyla’nın yaşadığı büyük kâbus. Bosna’da toplama kampında geçirilen o iki yıl. Leyla’nın ailesini ve sevdiklerini düşünüp, herşeye rağmen hayata tutunması. Binlerce kadının travma geçirmesine neden olan bu öykü, bir kadının acı ve isyankar dolu öyküsüdür.
         Bu hayat da cennet de cehennem de vardır. Hayat bazen öyle acımasızdır ki bize karanlık yönünü gösterir. Niye bunlar benim başıma geldi sorusunu soramadığın ve insan olmaktan bile utandığın zamanlar yaşarız. Ama bu acı hiçbir şekilde anlatılamaz. Sadece yaşayanın yüreği tanıktır bu acıya. Hayatın diğer kalanında bu acı, o kişinin kaderini de etkileyecektir. Leyla’nın kaderi, bu hikâye de Rotka isimli bir gencin kendisine ilgi duymasıyla değişir. Barbar erkeklerin tecavüzü ile karşılaşan, insanlık dışı muameleler gören Leyla, bir erkeğin kendisine sahip çıkmasıyla hayata tutunabilmiştir. Rotka’ya karşı hiçbir şey hissetmese de, onu güvenebileceği bir liman gibi görüp, kendisini kurtarabilmiştir o cehennem hayatından. Annesiyle yıllar sonra karşılaşıp hasret gideren Leyla, yaşadığı travmalar sonucu annesinin desteğiyle hayatında yeni bir sayfa açmıştır. Psikolojik tedavi ve çevresinde onu seven kişilerin yardımıyla bu kez de hayatın sadece cehennem den ibaret olmadığını anlamış, karşısına çıkan iyi insanlar sayesinde kötü günleri geride bırakıp, mutlu olabilmiştir nihayet. Yaşadığı travmadan sonra erkeklere karşı güvenini tamamen yitiren Leyla, ilk defa İbrahim isimli bir gence karşı bir şeyler hissetmiş ve aşık olmuştur. Yaşadığı aşkta hayal kırıklığına uğrayan Leyla, oğluna ve onu seven adama sarılıp, hayatta olmanın değerini daha çok anlamıştır.
          Bu hikâye de Leyla’nın yaşadığı olaylar bana, mutluluğun mücadele ile insan hayatına zor da olsa geldiğini, hayatın hep acı ya da mutluluk olmadığını, yaşama cesareti olanların, umudunu kaybetmeyenlerin Tanrı tarafından bir gün ödüllendirileceğini öğretti. Sevgi’nin gücü ne kadar önemlidir insanın hayatında. Yaşam sevmekle başlıyor, hayat bir gün bu sevgi dolu kalbin ödülünü veriyordu hak edene. Her şeye rağmen kendini sevebilmek, insanın hayatında karşılaştığı en büyük sınavlardan biriydi belki de.

    YAZAR: SEMA YILDIRIM

VAN GOGH

          Sanatçının kaderimidir yalnızlık? Yoksa yaratma isteği, daha güzel bir dünyada yaşama arzusundan mı kaynaklanır. On dokuzuncu yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri olan Van Gogh, içinde yaşadığı bunalımlar, hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma isteğiyle resimleriyle neşe ve sevinç uyandırmak istemiş, acıları sevince, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çabalamıştır. İnsanların yalnızlık, hüzün ve acı içindeki hallerinden etkilenip bunları resimlerinde yansıtmıştır. Van Gogh, resimlerini yaparken kendisini yaşamdan koparıp alacak yolu arıyordu. Acıları, mutluluk arayışı, coşkusu, hırsı, kısa ömründe yer verdiği onca yapıt, erkek kardeşi Teo’ya yazdığı mektuplar, bir tas çorba ile boya tüpü arasındaki seçimleri onu Van Gogh yapan özellikler arasındadır. Yaşadığı acı ve mutsuzluk yüzünden kulak memesini keserek intihar etmeye kalkışmıştır. Kan kaybından dolayı ölümün eşiğindeyken, kardeşi Teo tarafından hastaneye yatırılır. Hastaneden çıktıktan sonra bir daha eskisi gibi olmaz. Akli dengesi yerinde olmayan Van Gogh’a şizofreni ve frengi hastalığı teşhisi konur. Kötü beslenme ve alkol kullanımı bu hastalığı daha çok şiddetlendirmiştir. Hastane’den çıktıktan sonra, kardeşi Teo tarafından küçük bir kasabaya yerleştirilir. Kaldığı bu yerde yaşadığı sıkıntılara son vermek için kendini vurur. Ölümü, kurşun kalbine tam girmediği için iki gün sürer. Ölümünden sonra, üzerinde bulunan mektupta kardeşine’ Sanat uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim’ diye yazmıştır.

 YAZAR: SEMA YILDIRIM

UZAK BANA AŞK UZAK ARTIK

        Geyşa’lık Çin’de kutsal bir meslekmiş çok eskiden. Geyşa olabilmek için kültürlü ve birçok meziyetinin olması gerekiyor. Amacı erkekleri hoş tutmak için yapılan bu meslek, geyşa kadınlar arasına rekabete ve kıskançlığa neden oluyor. Geyşa kadınlar, erkeklerin dünyasında yer almak için birçok zorlu mücadeleden geçiyor. Geyşa’nın Anıları Filminde âşık olduğu adama kavuşma arzusuyla geyşa olmayı kafasına koyan o kadın geyşaların âşık olma hakkının olmadığını bile bile sadece sevdiği adama yakın olabilmek uğruna en çok arzu edilen geyşa olmak için mücadele veriyor. Aşk bir kadına neler yaptırabiliyor. Hep âşık olunan kadın arzusu bundan kaynaklanıyor belki de.
         Aşk bize kendi benliğimizi yeniden hatırlatıyor, bizi içmeden sarhoş edebiliyor, en kötü ve olumsuz şartlara rağmen yine de hayatın güzel yanlarının farkına varmamamızı sağlayan, bize mücadele hırsı veren güçlü bir duygu. Aşk bir kadına zorluklara göğüs germe gücü verirken, erkekler için o kadar önemli olmuyor her zaman. Hayattan hep mutlu olmayı istemenin saçma olduğunu öğrendim. Hep güneş ya da yağmur değil yaşamın döngüsü. Acının içinde sevinç, sevincin içinde hep bir acı var. Aşk bir kadına yasaklanıyor bir zaman sonra. Bir kadının sevdiği bir adam tarafından sevilmeyi arzu etmesi, çoğu kez ayıplanıyor toplum tarafından. Aşk mutluluk kadar, mutsuzluk veriyor bir zaman sonra. Erkeği üstün tutan toplum, kadını belli değerler ölçüsünde değerli kılıyor. Atv’de yayınlanan ‘Aliye’ adlı dizide kocasından boşanmak üzere olan, iki çocuklu bir kadını canlandıran Aliye, Doktor Deniz’in ona duyduğu aşk sayesinde yaşama sımsıkı tutunabilmişti. Her kadın Doktor Deniz gibi bir sevgili hayal eder yaşamında boşluğa düştüğü zamanlarda. Ama herkes dizide ki Aliye kadar şanslı olmuyor maalesef. Sezen Aksu’nun bir şarkısında söylediği gibi. ‘Uzak bana aşk uzak artık, kanun mudur bu yasaklı, inan içimde yok fesatlık, alırım başımı giderim efeler gibi’.  Bazen kalmak acı veriyor evet. Hayatın gerçeklerine yüz çeviremiyorsun. Hiç isyan etmeden kadere, gitmelere alışmak gerekiyor…
 YAZAR: SEMA YILDIRIM

VAZGEÇTİM

             Vazgeçtim sevgilerden, yorgun bekleyişlerden,
             Bir gün olacak sandığım, kalbimi kıran özlemlerden
             Vazgeçtim artık bir daha geri dönemem…
             Hiç kolay değil ki yalnızlık, en başta dost görünür karanlık,
             Her yanı sarınca sessizlik,
             Çığlıkların duyulmaz hiçbir yerden…
             Bana senin kadar düşman değil,
             Senin gibi acıtmaz içimi yine de biliyorum,
             Biraz delirtse de sessizliği ben yalnızlığımı seviyorum.
             Vazgeçtim anlıyor musun?
             Ellerini çek yüreğimden…
             Haklıysan haklısın tamam, bende kalsın aşk,
             Kıymetini hiç bilemediğin, bir kalemde silebildiğin,
             Yaşadığımız her şey için yine de teşekkür ederim.
             Geri ver bana kalbimi, işte senden de vazgeçtim…
             Senin gibi acıtmaz içimi yine de biliyorum,
             Senin yerine yalnızlığı seçtim.

            ŞİİRDE SAKLI TESELLİM KİTABINDAN VAZGEÇTİM İSİMLİ ŞİİR...
            ŞAİR: SEMA YILDIRIM
            
         

İNSANIN RUHLARI KOKULARIDIR

          Hepimizin hayalleri vardır şüphesiz. Kimimiz bu hayallere kavuşmak ümidiyle, her türlü çılgınlığı yapmaya hazırdır. Hayallerimiz olmadan, yaşam anlamsızdır. Onları elde edemediğimizde yaşamdaki varoluş sebebimizi de yitirmiş gibi hissederiz.
           Geçen gece izlediğim bir film de kokulara karşı inanılmaz derece de duyarlılığı olan Grenoville’nin yaşamı anlatılıyordu.  Filmde geçen hikâye de her şeyin kokusunu alan bu adam, bir gün kendi kokusunun olmadığını anlar ve hayatının tüm anlamını yitirir.  Ve bu eksikliği gidermek içinde insanlara ve kokulara ihtiyaç duyar. Bunun içinde akla gelebilecek her türlü çılgınlığı yapmaya, cinayetler işlemeye hazırdır.
             Bu hikâyede kendi hayatımızdan yola çıkarak, almamız gereken çok büyük dersler var. Hayallerimiz ve uğruna mücadele verdiğimiz hırslarımız, bizi insanlıktan çıkarıp, mantıklı davranmamaya ve bencil olmaya itiyor bu hikâye de olduğu gibi. Hikâye de sona gelindiğinde Grenoville, hayalini gerçekleştiriyor. Güzel kadınlardan elde ettiği kokularla, bu kokuların karışımından büyüleyici, herkesi baştan çıkartan bir korku yaratıyor. Bu hayali birçok kişinin ölümüne sebep de olsa, güzelliğin ve mutluluğun kokusunu yaratması onu ölümden bile kurtarıyor son anda. Hayalini gerçekleştirip, herkesin sevgisini kazanan Grenoville, yaşadığı bu olaydan sonra yine de kendisini yalnız hissetmektedir. Gerçek anlamda sevilip, sevilmemektedir. Doğduğu şehre yeniden döner ve hayalinde kokusunu ilk duyduğu zaman hayran olduğu kız belirir. Onunla sevişir, ama yanlışlıkla onun ölümüne sebebiyet vermiştir. Grenoville’de her insan gibi sevmek ve sevilmek istemiştir. Bu kadar cinayet işlemesinde, kendi varoluş nedenini bulma, kendini daha çok önemsemek yatar. Ama ne yazık ki hayalleri ve hırsları uğruna hiçbirşeyin değerini bilmeyen insanoğlu gibi o da mutsuz olur, yalnızlıktan kurtulamaz.
                Hayattayken, kendimiz olabilmek için mücadele vermek, düşlerimizin peşinden gitmek hepimizin hayalidir.  Ama hayalimize ulaştığımızda, gerçek anlamda mutlu olmak o kadar kolay değildir. Filmde geçen o cümle de ifade edildiği gibi ‘ İnsanların ruhları kokularıdır’.İnsanın kokusu, ruhunun güzelliğini taşır. Güzel bir koku insanı mutlu eder, sevgiyi çağrıştırır. İçimizde yaşattığımız duygulara rağmen, ruhumuz hala temiz kalabiliyorsa, etrafa yaydığımız koku, mutluluğun ve sevginin kokusudur. Bu kokununsa seveni ve büyüleneni çok olacaktır. Can Yücel’in dediği gibi, sevdiğin kadar sevilirsin bu yaşamda.
 YAZAR: SEMA YILDIRIM

GİTMEM

 Seni çok tanımadan gönlüme almışım,
 Hiç yadırgamadan her şeyi paylaşmışım…
 Güven başta hata, inanmak neyime sana,
 Beni kolay harcadın, aşk denilen yalan uğruna.

Gitmem buradan gitmem,
Gidecek olan biri varsa sensin…
Suçlu arama boşa,
Benim suçum, günahım sensin…
Yazık her şeye yazık, içimde seninle tükenen,
Elvedaya gerek yok son sözlerini dinlemem.

Gittim çok bile kalmışım yanında,
 Dönmem bir daha geri…
Susmam çok bile susmuşum zamanında,
İnanırken yalanlarına…
Durmam sen bile tutamazsın artık beni,
Kendim için yaşayacağım biraz da.

ŞİİRDE SAKLI TESELLİM KİTABINDAN GİTMEM İSİMLİ ŞİİR...

ŞAİR: SEMA YILDIRIM

en büyük günahların sebebi aşk olmuyor mu çoğu zaman?

          İnsanoğlunun içinde her türlü kişiliğin olduğu bir gerçek. Saf, kurnaz, zalim, bencil. Bence kişilik, insanın ne olmak istediği ile ilgili ve hayattaki duruşunun nasıl olması gerektiğine karar vermesiyle zamanla gelişen bir olgu. Değer yargılarımız, vicdanımız kişiliğimizin oluşmasında belirleyici iki önemli unsur.
           Geçenlerde izlediğim bir filmde 1560-1614 yılları arasında yaşamış olan Macar Kontesi Elizabeth Bathory’nin hayatı anlatılmaktaydı. 14 yaşında nüfuslu bir Lord’la evlenen Elizabeth kendisinden oldukça genç olan Istvan’a aşık olur. Ve bu gençle tutku dolu bir aşk yaşamaya başlar. Ama mutlulukları kısa sürer. Babası, oğlunu bu kadından ayırmak için planlar yapar. Elizabeth’e göre Istvan ona duyduğu aşktan vazgeçmiştir. Bu acı onun hayatını önemli bir şekilde etkiler. Mutluluğu bir anda bulmuş ve kaybetmiştir.40 yaşında olan Elizabeth, gençliğini ve güzelliğini kaybetme korkusuyla birçok genç kızın hayatına kıymıştır. Bir gün hizmetkârı olan genç kız, onun saçlarını tararken, canını acıtmasından dolayı ona öyle bir tokat atmıştır ki genç kızın yüzünden düşen bir damla kan, Kontes’in ellerine düşmüş ve olaydan sonra kanın kendisini gençleştirdiğine dair takıntılı bir düşünce beynine yerleşmiştir.
              Kocasında aradığı sevgiyi bulamayan ve aşığı tarafından terk edilen Kontes, yaşadığı bu mutsuzluk sonucu daha zalim biri olmaya başlamıştır. Gittikçe akıl sağlığını kaybeder. Yaşlanma ve kocası öldükten sonra yaşadığı ölüm korkusu, ona yüzlerce bakire bayanı öldürtüp, kan banyosu yaparak genç kalma düşüncesi fikri, saplantılı bir düşünce halini almıştır.
              Filmi izlediğimde, aşkın bir insanı nasıl değiştirebileceği ve aşksızlığın insanın doğasında olan bencilliği ortaya çıkardığına tanık oldum. Bu hikâyede Kontes’i yaptığı saplantılı cinayetlerden dolayı haklı bulmuyorum. Ama öyle olmuyor mu gerçek hayatta da? En büyük günahların sebebi aşk, kıskançlık, sevgisizlik değil mi birçoğumuzun hayat hikâyesinde olduğu gibi?