12 Nisan 2016 Salı

Simge - Yankı

8 Mart 2013 Cuma

NIVEA yürekleri ağza getiren bir şakayla yeni Stress Protect deodorantı tanıttı


Havaalanında yaşanabilecek en büyük terslik veya en korkutucu deneyim ne olabilir dersiniz? Uçağınızı kaçırmak mı, bavulunuzu kaybetmek mi yoksa hava koşullarından dolayı günlerce havaalanında kalmak mı?

NIVEA, yolcular üzerinde uyguladığı Stres Testi’yle, onlara soğuk terler döktürmüş ve yeni Stress Protect deodorant için eğlenceli bir viral reklam hazırlamış. Videoyu izleyenler, en stresli deneyimlerini #StresTesti etiketiyle Twitter’da paylaşmaya başlamış bile.

Şubat ayında dünya çapında 5 milyondan fazla izlenme ile en çok paylaşılan viral videolardan olan Stres Testi, NIVEA’nın yeni ürünü Stress Protect deodorantı tanıtıyor. Videoda, farklı insanlar havaalanında uçaklarının kalkmasını beklerken, bir anda tehlikeli bir kaçak olarak arandıklarını öğreniyorlar ve ne yapacaklarını şaşırıyorlar.

Günlük hayatımızda karşılaşabileceğimiz heyecan, korku, stres gibi duygu değişimlerinin neden olduğu terleme ile yeni NIVEA Stress Protect deodorantın ne kadar iyi başa çıktığını, esprili bir dil ile anlatan videoyu izleyince, soğuk terlere karşı önlem almanın önemini kesinlikle hissedeceksiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

13 Mayıs 2012 Pazar

Aşkın Kırk Kuralı...

Birinci Kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
İkinci Kural: Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!
Üçüncü Kural: Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri mânâdır. Sonraki bâtınî mânâ. Üçüncü bâtınînin bâtınîsidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
Dördüncü Kural: Kâinattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.
Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: Bırak kendini, ko gitsin!
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
Altıncı Kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Âşık dilsiz olur.
Yedinci Kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
Sekizinci Kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
Dokuzuncu Kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah âşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git, Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
On İkinci Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
On Üçüncü Kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.
On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
On Beşinci Kural: ’Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
On Altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah, O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne lâyıkıyla bilebilir, ne lâyıkıyla sevebilirsin.
On Yedinci Kural: Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
On Sekizinci Kural: Tüm kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahlûk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükâfat olarak Yaradan’ı tanır.
On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin hâlde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
Yirminci Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.
Yirmi Birinci Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
Yirmi İkinci Kural: Hakiki Allah Âşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgâh olur. Ama bekri aynı namazgâha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.
Yirmi Üçüncü Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengârenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde…
Yirmi Dördüncü Kural: Madem ki insan eşrefi mahlûkattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
Yirmi Beşinci Kural: Cenneti ve cehennemi illâ ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
Yirmi Altıncı Kural: Kâinat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
Yirmi Yedinci Kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.
Kural Yirmi Sekiz: Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.
Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, ne yapalım kaderimiz böyle deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin. Bunu anlatır Yirmi Dokuzuncu Kural.
Otuzuncu Kural: Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.
Sufi kusur görmez. Kusur örter.
Otuz Birinci Kural: Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
Otuz İkinci Kural: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!
Otuz Üçüncü Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
Otuz Dördüncü Kural: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.
Otuz Beşinci Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsanı Kâmil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
Otuz Altıncı Kural: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer.
O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!
Otuz Yedinci Kural: Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir âşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
Otuz Sekizinci Kural: Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım? diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
Otuz Dokuzuncu Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
Ölen her Sufi için bir Sufi daha doğar.
Kırkıncı Kural dedi tane tane konuşarak. Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.

  Yazar: Elif Şafak

1 Nisan 2012 Pazar

Sevgi ile ilgili hayata yön veren sözler...


Bazen dudakların bitiremediği cümleleri gözler tamamlar. (Söz: Ahmet Hamdi Tanpınar)

Birini seviyorsanız, gitmesine izin verin. Geri dönerlerse, her zaman sizindirler ve eğer geri gelmezlerse, hiçbir zaman sizin değillerdi. (Söz: Kahlil Gibran)

Sevdiğinin kusurlarını hoş görmeyen, sevmiyor demektir. (Söz: Goethe)

Kötü adamlar korkudan itaat eder, iyi adamlar sevgiden. (Söz: Aristotle)

Her birimizin inanılmaz yeteneklere sahip olmamız gerekmiyor. Sadece mantık ve sevgi yeterli olur. (Söz: Myrtle Auvil)

Gerçek sevgi, her zaman üretir ve yaratır, hiçbir zaman yıkıma uğratmaz. (Söz: Leo Buscaglio)

Büyük sevginin olduğu yerde her zaman mucizeler vardır. (Söz: Willa Cather)

Kadınlara ihanet ve saygısızlık edenler, ancak kötü adamlardır. (Söz: Hz. Muhammed)

Herhangi bir şeyi sevmenin yolu, onu kaybedebileceğimizin farkına varmaktır. (Söz: G.k Chesterton)

Sevgiyle, bulanık ve tortulu sular, arı ve duru hale gelir. (Söz: Mevlana)

Seven bir kadın, hiçbir zaman yaşlanmaz. (Söz: Paul Richter)

Sevmek mucizevi bir ilaçtır. Kendimizi sevmek, hayatımızda mucizeler yaratır. (Söz: Louise Hay)

Sevmek, sevilmeyeni de sevmektir, yoksa bir erdem değildir. (Söz: Gilbert Chesterton)

Sevdiği kadını ve sevdiği işi bulan erkek, yeryüzünde cenneti bulmuş demektir. (Söz: Helen Rowland)

Büyüklerine saygı, küçüklerine şefkat göstermeyenler, bizden değildir. (Söz: Hz. Muhammed)

Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir. (Söz: Seneca)



   

Yazmak, insanın kendi içine kaçma halidir.

             
           Ben yazmaya hayatımın hangi döneminde başladım tam bilmiyorum. Kendimi bir boşlukta hissettiğim zamanlardı. Kendime tahammül edebilmenin kaçış yoluydu yazmak...
Yazının özünde aşkınlık vardı. Kendinden öteye ulaşma arzusu ve kendi içime doğru yaptığım bir yolculuk. Yazmak geçmişe bağlı olduğunda mümkündür ancak. İlhamını hep geçmişten alır. İnsanın kendi hatalarıyla yüzleşmesi, içinde yaşadığı çelişkiler, yarım kalmışlık hissi...
Yazarlık bu duygulardan kurtulmak için, insanın kendini daha özgür hissettiği bir dünya.
          Geleceğin bir an önce gelmesi için didindiğinden olsa gerek dışa dönüktür yazarlık. Görmeden de bilebilir, gitmeden de varabilir, dokunmadan da hissedebilirsin eğer hayal kurmayı biliyorsan. Düş artı zaman gerçek olur diye anlatıyordu Tanrılar Okulu isimli kitapta. Hayal etmeyi ve sabretmeyi bilirsen, zaman içinde gerçek haline dönüşüyordu olmasını istediğin her şey. Yazmak insana sabretmeyi öğretiyordu, hayal gücünün sırlarını zorlamayı. Yazmak hiç kimsenin anlamadığı kadar bir gerçeklik taşıyordu içinde. Sabretmek, olgunlaşmak, mucizelere inanmak... Yazmak geçmişten alsa da ilhamını, geleceğer taşıyordu yazar ve okuyucuları. Hayata tahammül edebilmeyi kolaylaştırıyor ve elbette değişimin ta kendisi oluyordu.
          Sanılanın aksine her zaman yaratmak değildi yazmak, yıkmaktı bazen. Yazı varoluşsal zamk gibiydi, parçalarımı bir arada tutan. Yazma isteğim kaybolunca, parça parça dağıldığımı hissederdim. Kalemi elime aldığımda, kendimi kelimelerin efendisi gibi hissederdim. Ama aslında değildim. Ben, kelimelerin kendilerini anlatmasına vesile oluyordum sadece. Kelimeler ne emrediyorsa, ne fısıldıyorlarsa gönlüme onu yazıyordum. İşin gerçeği yazdıklarım bana ait değildi. Ben sadece harfler için bir araçtım.

  Yazar: Sema Yıldırım
        

İnanmak ile ilgili hayata yön veren sözler


Zafer 'zafer benimdir' diyebilenin, muvaffakiyet 'muvaffak olacağım' diye başlayanın ve 'muvaffak oldum' diyebilenindir. (Söz: Musatafa Kemal Atatürk)

Yazma sanatı, inandıklarınızı keşfetme sanatıdır. (Söz: David Here)

İyiliği, hastalığı, sefaleti, mutluluğu, zenginliği, fakirliği, yaratan zihindir. (Söz: Edmund Spencer)

Yapabildiklerimiz ya da yapamadıklarımız, olası ya da imkansız olarak gördüklerimiz, çoğunlukla gerçek kapasitemizin bir sonucu değildir. Daha çok kim olduğumuz hakkındaki inançlarımızın yansımasıdır. (Söz: Anthony Robbins)

Harikulade şeyler ancak içlerindeki bir şeyin koşulların üzerinde olduğuna inanma cesaretini gösterenler tarafından yapılmıştır. (Söz: Ray Robinson)

İnanan mutludur, şüphe halinde olan ise mantıklıdır. (Macar Atasözü)

İnsanlar bize bizim kendimize inandığımız kadar inanırlar. (Gutzkow)

Zorlamayla inanmakla, yol kesen haydutlar arasında uyumak aynıdır. (Söz: Mevlana)

Mucize, havada yüremek ya da su üstünde yürümek değil dünya üstünde yürümektir. (Çin Atasözü)

Hiçbir zaman başınızı eğmeyin. Her zaman dik tutun. Hayatı karşınıza alın ve tam gözünün ortasına bakın. (Söz: Helen Keller)

İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır. (Söz: Hz. Ömer)

Neysek ve neredeysek oyuzdur, çünkü ilk önce onu hayal etmişizdir. (Söz: Donald Curtis)

İnanmak istemeyeni, hiçbir mantık inandıramaz. (Söz: Cenap Şehabeddin)

Sabit kalan inançlarınız yok ise, oturaklı bir hayatınız olmaz. İnançlar bir binanın temeli gibidir ve bunlar hayatınızı üzerine inşa edeceğiniz temeldir. (Söz: Alfred Montapert)





30 Mart 2012 Cuma

Değer mi?


      Beşer yıllık aralarla hayatıma baktığımda ne kadar değiştiğimi, ya da kendimi iyi-kötü ne kadar muhafaza edebildiğimi görebiliyorum. Fotoğraflarda gülümseyen suretimdeki değişimden daha belirgin olduğunu düşünürüm bazen bunun. Günün modasına uygun renkler ve saç şekillerinden daha farklı bir ''şey'' yerleşmiştir o resimlere. Bütün yaşadıklarım geçer gözümün önünden. İnandıklarım ve uğruna ciddi ciddi tartışabileceklerim, hatta kavga edebilenlerimin de değiştiğini görmek bazen rahatsız eder beni... Yeni değerlerimden bahsediyorum. Beni şekillendiren, beni ben yapan, ben büyürken bana öğretilen ''insan olmanın'' gerekliliklerinden...
      İyiliğin bu denli dudak bükülerek göz altına alındığı bir zamanda, koşulları çetin, rüzgarları sert işlerde çalışmak değerlerinizi koruyabilmenizi daha zorlaştırır hepinizin malumu. Zirveye tırmanırken üzerinizdeki ağırlıkları atmanızı telkin ederler size. Saçma gelir bu ilk duyduğunuzda...
Ama bir süre sonra kan ter içinde ''yukarı'' tırmanırken değerlerinizle olan sırt çantanızdan atamadıklarınızın aslında ne kadar gerekli olduğunu düşünmeye başlarsınız. Omunuz acıyordur. Dizleriniz kesilmeye başlamıştır. Mantık da zaten sırtınızdaki '' Bu gereksiz yükleri bırak, öyle devam et'' demeye başlar. Çünkü yukarı kıvrılan yoldaki yolculukta değerleriniz sanki birer ''yük'' gibi dururlar... Yanınızdakilere bakarsınız. Sırtından insan olmanın bütün erdemlerini çıkarıp bir yana koymuş olanların ne kadar hızlı yukarı tırmandıklarını görürsünüz. Şaşırırsınız. Kendinizden şüpheye düşersiniz. Acaba zirvede sizi bekleyen şey her ne ise ona ulaştığınızda ne kadar ihtiyaç duyacaksınızdır?
       Sırt çantanızın tamamını bırakmaya kıyamayacağınızdan bir an durup soluklanırsınız ve içinde neler varmış bir bakarsınız. Mesala önce kimsenin kalbini kırmama inancınızı evirip çevirirsiniz. Ne işinize yaramıştır bu? Siz buna itina ederken kaç kişi size aynı özeni göstermiştir ki?
Çıkarıp bir yana koyarsınız. Sonra dargınlıkların yersizliğine dair kulağınıza taktığınız küpeyi de demode bulursunuz. Aslında sırt çantanızdaki en eğır yükü ''insan özüne duyduğunuz saygı'' oluşturur.  Bir başkasına, bir başkasının varlığına, tavrına korumaya çalıştığınız saygı yani. Bu çok ağırdır, evet ve zirveye koşarak gidenler önce bunu çıkarıp atarlar... Siz de çıkarırsınız. Öyle ya kimsede yoksa sizde olmasının ne anlamı var ki? Çocukluğunuzdan bu yana yapmaktan, bitirmekten gururlu olduğunuz her işin karşılığında sadece birini mutlu etmenin, görevini eksiksi yapmanın ve başarmış olmanın doygunluğunun yeterli olduğunu anımsatan resim çerçevesinin bu çantaya nasıl sığdığına aklınız ermez. Bir iş yapıyorsan ona göre ''somut'' bir karşılığı olmalıdır bunun. Hatta o işin en iyisi olmalı, bunu için de böyle bir çerçeve yerine Oscar gibi, şu gibi bu gibi şahane ödüller taşımalısınızdır. Bu çerçeveyi de çantadan çıkarır, önünüzde samimiyet kurabileceğiniz bir jüri üyesi olup olmadığını kontrol edersiniz. Zira yakınlık kurulabilecek önemli bir kişinin kartvizitinin kapladığı yer eski bir erdem çerçevesinden daha azdır.  Sonunda gerçekten hafiflersiniz.
        İyi kötü zirveye vardığınızda birbirine ne kadar benzediğine inanmadığınız bir kalabalıkla karşılaşırsınız. Tuhaf boş bir tencere tıngırtısıdır duyulan sesler. Boşlukta çın çın eden kaşık sesleri gibidir. Sanki aynaya bakar gibisinizdir. Herkes aynıu, herkes hafif, herkes başarılıdır... Üşümeye başlarsınız. Eğer şansınız varsa yolda bıraktığınız değerlerinizi toplamak için geri dönmeye, yürekli ve güçlü olursunuz. Değerler... Beş yıllık aralarla hayatıma baktığımda sırt çantamdan nelerin çıktığını görüyorum. Ya da nelerin eklendiğini, nelerden vazgeçemediğimi... '' Değişmedim, sırtımı hafiflettim,'' dersem yalan söylemiş olurum.
      Ama hala geçmiş küçük ve güzel günlerin anısına bir hatır sormayı, birlikte geçirilmiş birkaç saatlik zamanın saygısını taşımayı, geçmiş olsun'u, mutlu yıllar'ı, haklısın'ı, özürdilerim'i, daha iyi günler göreceksiniz demeyi, yeniden, yeniden sevmeyi, severken de bir daha başa dönmeyi, '' iyi bir insan olmanın ağır sırt çantasını taşımayı'' önemli buluyorum. Ya da seviyorum...
Kendime dönüp her baktığımda çantamdan çıkarmaya yeltendiğim ya da çıkarıp attığım bir başka değerimi geri dönüp bulmak gerektiğini anlıyorum. Galiba artık zirveden çok hayatın düz ve sonsuz varlığının güneşli günlerine inanıyorum...


  Yazar: İclal Aydın