26 Mart 2012 Pazartesi

Evler birer küçük cezaevi

  
         Üstat Selim İleri, yıllar önce verdiği röportajda '' Özellikle anne- baba evleri, çoçukların hapsedildiği yerler gibi geliyor bana'' demiş.
        ''O çocukların karakterlerini anne, baba belirliyor. Sonra belki çocuk kendi karakterini buluyor ama arada on-on beş yıl ziyan oluyor. O nedenle evler birer küçük cezaevidir.
          Şahsen evlerden çok evliliklerin zamanla cezaevine dönüştüğünü gözlemlemişimdir. Yani aslında büyükler çekiyor cezayı. Çocuklaraysa onların kaderine ortak olmak düşüyor.
          Tıpkı Uçurtmayı Vurmasınlar filminde annesiyle cezaevinde çile dolduran küçük Barış gibi. İçine doğduğu şartlara uyum sağlayıp bir şekilde hayatta kalacak.
          Evde de anne-baba beraber mutsuzsa, yarattıkları sevgisiz dünyada çocuklar da kavruluyor.
          ''Çocukluk travması'' dediğimiz bundan ibaret: İçine doğduğumuz ve dışına çıkamadığımız bir dünyada Survivor oyunu.
           Malum, her çocuk evden kaçacak kadar cesur değil. Sonra o evden kaçamayanlar büyüyor ve ne zaman başları sıkışsa o çaresizlik anına geri dönüveriyorlar. Bazen sıradan olaylar bile tetikleyebiliyor: Trafikte anlaşmazlık, devlet dairesinde kuyruk, siyasi rakibin sıradan bir demeci...
            İnsan aniden geçiveriyor karanlık tarafa. Köşeye sıkıştığı için tırnaklarını çıkaran kedi misali. Sanıyor ki dünya hala çocukken hapsolduğu o sevgisiz hanedir. Vezir de olsalar içlerinden gitmiyor bu çaresizlik. İnsanı acımasız ve empatiden yoksun kılıyor.
             Etrafınıza şöyle bir bakın: Agresif patrona, hırçın futbolcuya, kaza pahasına yol vermeyen taksiciye, kırıcı şeyler yazan köşe yazarına, kükreyen siyasetçiye, aynaya hatta...
Yeterince uzun bakarsanız, evden kaçamayan o çocuğun hala yaşadığını göreceksiniz.

Hepimiz Birilerinin Eski Sevgilisiyiz Kitabından...
Yazar: Tuna Kiremitçi